Yazar
Üstad Seyyid Kemal Fakih İmani
بِسْمِ اللهِ الرَّحْمنِ الرَّحيمِ
(يا أيُّها الَّذِينَ آمَنُوا اَطيعُوا الله وأطيعوا الرَّسولُ وَاُولي الاْمرِ مِنْكُمْ)
سورة النساء 4 ـ الاية 59
“Ey iman edenler, Allah’a, resule ve sizden olan emir sahiplerine itaat edin.”
(Nisa/59)
Yazar, bu kitapta yer alan hadisleri yukarıdaki ayet-i kerime’ye istinat ederek bir araya toplamıştır.
Çeviren’in Notu
Tüm ümmet Resulullah’tan sonra Hz. Ali ve diğer Ehl-i Beyt imamlarına tabi olmakla yükümlüdür. Nitekim Resulullah da “Ali’nin şiası kurtulanların ta kendileridir.” diye buyurmuştur. Ayrıca Allah-u Teala da şura suresinin 23. ayetinde Resulullah’ın adına;
“(De ki) sizden tebliğime karşılık bir ücret istemiyorum, istediğim ancak yakınlara sevgidir.” diye buyurmuştur. Yani Resulullah 23 yıllık boyunca çektiği zahmet ve çabalara karşılık sadece Ehl-i Beyt’ini sevmeyi istemektedir. Dolayısıyla Ehl-i Beyt’i sevmek bir meslek değil, dini bir görevdir.
Resulullah Gadir-i Hum’da ise şöyle buyurmuştur: “Ey insanlar sizin aranızda iki paha biçilmez şey bırakıyorum. Bu iki paha biçilmez şey Allah’ın kitabı ve Ehl-i Beyt’imdir.”
Bütün bu bilgiler ışığında anlıyoruz ki Resulullah’dan sonra Ehl-i Beyt’i sevmek ve Kur’an’ın gerçek müfessirleri olan bu nurlu insanlara tabi olmak dini bir yükümlülüktür.
Dolayısıyla bazılarının, “Ehl-i Beyt’i sevmek bir meslektir. Herkes bir mesleği seçebilir. Şia özellikle Ehl-i Beyt’i sevmeyi meslek edinmiştir. Ehl-i Sünnet ile aynı bir mesleği seçmiştir.” demesi doğru bir düşünce değildir. Her müslüman Resulullah’ı ve Ehl-i Beyt’ini sevmek zorundadır. Resulullah risaleti karşılığında bizlerden sadece bunu istemiştir. Hz. Ali’yi sevmeyen bir insana Muaviye ve Yezid’i sevmek kalır. Zira her ikisini sevdiğini iddia etmek, nur ile zulmeti sevmek gibi saçma bir iddiadır. Bu hem şer’i, hem de akli açıdan doğru bir inanç değildir.
Bilindiği gibi Kur’an-ı Kerim’de Ehl-i Beyt kelimesi üç yerde kullanılmıştır.
1-Hz. Musa (a.s)’ın kıssasında...
Hz. Musa (a.s) bebek iken Allah’ın emri üzere annesi tarafından bir sandık içerisine bırakılıp Nil nehrine atılmış ve Firavun ailesi tarafından Kur’an’ın ifadesiyle kendilerine bir düşman ve üzüntü kaynağı olsun diye sudan alınmıştı. Bu küçük çocuk hiç bir kadının sütünü emmeyince Firavun ailesi şaşırıp kalmışlardı. O sırada Hz. Musa (a.s)’ın kız kardeşi gelerek onlara: “...Ben sizin adınıza onun bakımını üstlenecek ve onun hayrını isteyecek bir Ehl-i Beyt’i (ev halkını) size tanıtayım mı?” demişti.”
Bunun üzerine çocuk annesine iade edilmişti. Bunu Kur’an-ı Kerim şöyle açıklıyor:
“Böylece onu, annesinin gözü aydın olsun, üzülmesin, Allah'ın verdiği sözün gerçek olduğunu bilsin diye, ona geri çevirdik. Fakat çoğu bilmezler.”[1] Bu ayet-i kerime’de, Hz. Musa (a.s)’ın kızkardeşinin, Ehl-i Beyt tabirinden neyi kasdettiğine açıklık getirecek herhangi bir açıklama yoktur. Acaba söz konusu beyt (ev) ile bir yakınlığı olan bütün şahısları mı, yoksa bazılarını mı, veya yalnızca soy yakınlığı olanları mı, yoksa hem soy yakınlığını hem de evlenme yoluyla meydana gelen yakınlığı içeren bir anlamı mı, veya bunlar ile birlikte “vela” (kölelik) ve terbiye yönünden bu evle ilgisi olan şahısları mı veya bütün bunlardan daha geniş bir anlamı mı kasdetmiştir bu belli değildir.
Ayrıca burada görüldüğü gibi zaten “Ehl-i Beyt” kelimesi Arapça metinde harf-i tarif olan “elif-lam” takısı olmaksızın, nekire (belirsiz) olarak zikr olunmuştur.
2-Hz. İbrahim (a.s)’ın kıssasında...
Melekler Hz. İbrahim’in hanımına Hz. İshak ve ondan sonra da Hz. Yakub’un müjdesini verince şaşırmıştı. Melekler de ona şöyle demişlerdi: “Allah'ın rahmeti ve bereketleri siz Ehl-i Beyt’in (ev halkının) üzerine olmuşken, nasıl Allah'ın işine şaşarsın? O, övülmeye layıktır, yücelerin yücesidir”[2]
Bu ayet Hz. İbrahim’in zevcesinin de onun Ehl-i Beyt’inden olduğunu bildirmektedir. Çünkü ayette bizzat ona hitap edilmiştir. Elbette bu, “Ehl-i Beyt” kelimesinin her yerde hatta maksadı belirtecek herhangi bir alametin bulunmadığı, yani mutlak olarak kullanıldığı yerlerde de zevce kelimesini kapsadığına delil teşkil edemez.
3-Tathir ayeti
“Ey Ehl-i Beyt! Allah ancak sizden her türlü pisliği gidermek ve sizi tertemiz kılmak ister.” [3]
Şüphe yok ki Peygamber (s.a.v) Kur’an-ı Kerim’in anlamını, işaret ve maksadını herkesten daha iyi bilmektedir. Açıklama ve beyana ihtiyaç duyulan bu tür ayetler karşısında da Peygamber (s.a.v) yegane merci ve sığınak konumundadır.
Peygamber (s.a.v) aylarca ve özellikle de vefatı yaklaştığı sıralarda tathir ayetinde geçen Ehl-i Beyt’ten maksadın, Ashab-ı Kisa (yani Hz. Ali, Hz. Fatıma, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin) olduğunu ve bu ayet gereğince onların günahlardan uzak olduklarını açıklayıp önemle vurgu yapmıştır.. Gerçekten mezkur ayette geçen Ehl-i Beyt’ten[4] maksadın Ashab-ı Kisa olduğuna dair bir çok hadis vardır. Bu hadisler Ehl-i Sünnet kitaplarında da mütevatirdir. Allame Tabatabai’nin de dediği gibi bu hususta yetmişten fazla hadis nakledilmiştir. Hatta bu konuda Ehl-i Sünnet kaynaklarından nakledilen hadisler Şia yoluyla nakledilen hadislerden çok daha fazladır.
Bu hadisleri Ehl-i Sünnet alimleri; Ümmü Seleme, Ayşe, Ebu Said-i Hudri, Saad b. Vakkas, Vaile b. Eska, Ebul Hemra, İbn-i Abbas, Peygamber’in kölesi Sevban, Abdullah b. Cafer, Hz. Ali ve Hz. İmam Hasan’dan kırka yakın yolla nakletmişlerdir.
Peygamber (s.a.v)’in mübarek ömrünün son aylarında namaza gittiği her vakit Hz. Fatıma (a.s)’ın kapısına gelerek, “Ey Ehl-i Beyt, namaza!” diye seslenmesi ve ardından tathir ayetini okuması da konuya apaçık bir örnek teşkil etmektedir.
Elbette Ehl-i Beyt’i sevmek hususunda kusur etmememiz gerektiği gibi, aşırı da gitmemeliyiz. Nitekim Peygamber (s.a.v) Ehl-i Beyt’ine aşırı sevgi gösterilmesini de yasaklamış ve Hz. Ali’ye hitaben şöyle buyurmuştur: “Senin hususunda iki grup helak olacaktır: “Seni sevmekte aşırı gidenler ve sana buğz edip düşmanlık besleyenler.”
Hakeza şöyle buyurmuştur: “Ey Ali seninle İsa arasında bir benzerlik vardır, Yahudiler ona düşman kesildiler, hatta annesine bile iftirada bulundular. Hıristiyanlar ise onu hakkı olmayan makama ulaştıracak kadar sevdiler.[5]
Dolayısıyla Kur’an ve sünnet esasınca Ehl-i Beyt’i sevmeli ve bu hususta ne ifrata, ne de tefrite düşmemeliyiz.
Peygamber (s.a.v), Ehl-i Beyt’in ilk imamı olan Hz. Ali (a.s)’ın hakkında şu veciz ve ebedi ifadeyi kullanmıştır: “Ey Ali sen hem dünyada efendi ve büyüksün hem de ahirette... Seni seven beni sevmiştir, sana buğz eden de bana buğz etmiştir. Senin dostun Allah’ın dostudur. Allah senin gazabınla gazab eder. Sana buğz edene eyvahlar olsun.”
Hakeza şöyle buyurmuştur: “Ali’nin muhabbeti iman, buğzu ise nifaktır.”
Hakeza şöyle buyurmuştur: “Biliniz ki her kim Ehl-i Beyt’in sevgisi ile ölürse şehit olarak ölmüştür. Biliniz ki her kim Ehl-i Beyt’in muhabbeti ile ölürse bağışlanmış olarak ölmüştür. Biliniz ki Ehl-i Beyt’in sevgisi ile ölürse, tövbe etmiş olarak ölmüştür. Biliniz ki her kim Ehl-i Beyt’in muhabbeti ile ölürse imanı kamil bir mümin olarak ölmüştür. Biliniz ki her kim Al-i Muhammed’in muhabbeti ile ölürse ölüm meleği onu cennet ile müjdeler.”[6]
Şafii de Ehl-i Beyt sevgisi ile şu ebedi şiiri söylemiştir:
“Ey Resulullah’ın Ehl-i Beyt’i, sizi sevmek
Allah tarafından Kur’an’da farz kılınmıştır
Size bu kadar büyüklük ve fazilet yeter ki
Size salavat göndermeyenin namazı batıldır.”
Ferazdak adlı meşhur şair de “Mimiyye” kasidesinde şöyle diyor:
“Öyle bir topluluk ki onları sevmek iman onlara düşmanlık ise küfürdür.
Onlara yaklaşmak da kurtuluş vesilesidir
Eğer takva ehlini sayarlarsa onlardır önderleri
Eğer “Yeryüzünün en hayırlıları kimdir?” denirse
Onlardır (Ehl-i Beyt’tir) diye cevap verilir.”
Bütün bunlardan da anlaşıldığı üzere Ehl-i Beyt’i sevmek, hakikatte Peygamber’i sevmektir ve Peygamber’i sevmek de hakikatte Allah’ı sevmektir. Allah bizler Kur’an ve Ehl-i Beyt yolundan ayırmasın ve onların sevgisi üzere kılsın.
Kadri ÇELİK
alıntıdır.....